3 Nisan 2013 Çarşamba

Kuran' ın edebi yönden üstünlüğü Allah' ın bir mucizesidir

Allah bir ayette, Kuran hakkında şöyle buyurur:
Andolsun Biz Kuran'ı zikr (öğüt alıp düşünmek) için kolaylaştırdık... (Kamer Suresi, 22)
Bu kadar kolay anlaşılır bir üsluba sahip olmasına rağmen, Rabbimiz'in büyük mucizelerinden biri olarak, hiçbir yönden Kuran'ın taklidi mümkün olmamıştır. Apaçık delillere rağmen şüpheye düşüp Peygamberimiz (sav)'e iftira atanlara Allah bunun karşılığında, "eğer kendi dediklerinde doğru iseler, Peygamberimiz (sav)'e gelen ayetlerin bir benzerini getirmelerini" buyurmuştur:
Yoksa: "Bunu kendisi yalan olarak uydurdu" mu diyorlar? De ki: "Bunun benzeri olan bir sure getirin ve eğer gerçekten doğru sözlüyseniz Allah'tan başka çağırabildiklerinizi çağırın." (Yunus Suresi, 38) 

Bu kesinlikle mümkün olmasa da, iman etmeyenler kendi düşük akıllarına göre bunu kolay görebilirlerdi. Zira Arabistan'da şiir ve edebiyat çok gelişmişti. Halkın içinde şairler ve Arap dilini çok iyi kullanan fasih (iyi söz söyleme kabiliyeti olan kimse) ve beliğ (düzgün ve sanatlı olarak meramını anlatan) kişiler vardı. Bediüzzaman'ın da anlattığı gibi, kabilenin edibi (güzel sanatlı söz söyleyen) kendilerince en büyük milli kahraman gibi görülmekteydi. Edebiyat ve belagata (güzel söz) verdikleri önemden dolayı "Muallakat-ı Seb'a" (Yedi Askı) adıyla, yedi edibin yedi kasidesini altın harflerle yazıp Kabe'nin duvarına asıyorlardı.11 Bir kısmı da Ukaz'daki panayır gibi büyük topluluklarda insanlara hutbeler okurlardı. Bedevi denen köylüler dahi şehirdeki şairler derecesinde şiirler söyler ve hutbeler verirlerdi. Vezinli vezinsiz söyledikleri şiir ve hutbelerle insanları etki altına alabilirlerdi.12

İşte böyle fasahatın (bir dilin doğru olarak, kolay ve düzgün söylenişi ve yazılışı, yabancı ve az kullanılan kelimeler bulunmaması) ve belagatın (düşüncenin düzgün olarak süslü sözlerle anlatılmasının) ileri olduğu bir zamanda Allah Kuran'ı, Peygamber Efendimiz (sav)'in kalbine indirdi. Edebi yönü gelişmiş bu kişilerin Kuran'daki edebi mucizeyi anlamaları -içlerinde kibir ve azametlerinden dolayı inkar etmekte direnenler olsa da- elbette çok kısa sürede oldu.

Kuran, insanlara hidayet vesilesi olacak tüm olayları kapsayan, onlara kendi nefislerini tanıtan, geçmiş ve geleceğe dair hiçbir insan veya cinin bilemeyeceği bilgileri veren, içinde bildirilen sayıların, tarihlerin hepsi doğru olan, Yüce Rabbimiz Allah'ın vahyidir. Ve eşi benzeri olmayan edebi zenginliğe sahiptir. Kuran'ın mucizesi o kadar büyüktür ki, Allah, Peygamberimiz (sav)'e Kuran'ı dinlemeyenlere ve büyüklenenlere şöyle söylemesini emretmiştir:

De ki: "Eğer bütün ins ve cin (toplulukları), bu Kur'an'ın bir benzerini getirmek üzere toplansa, -onların bir kısmı bir kısmına destekçi olsa bile- onun bir benzerini getiremezler." Andolsun, bu Kur'an'da her örnekten insanlar için çeşitli açıklamalarda bulunduk. İnsanların çoğu ise ancak inkarda ayak direttiler. (İsra Suresi, 88-89)

Yoksa: "Onu kendisi uydurdu" mu diyorlar? De ki: "Haydi siz, yalan üzere uydurulmuş olarak onun benzeri on sure getirin ve eğer doğru sözlüyseniz, Allah'tan başka çağırabildiklerinizi çağırın." Eğer buna rağmen size cevab vermezlerse, artık biliniz ki, o, gerçekten Allah'ın ilmiyle indirilmiştir ve O'ndan başka İlah yoktur. Öyleyse artık, siz Müslüman mısınız? (Hud Suresi, 13-14)
Yoksa: "Bunu kendisi yalan olarak uydurdu" mu diyorlar? De ki: "Bunun benzeri olan bir sure getirin ve eğer gerçekten doğru sözlüyseniz Allah'tan başka çağırabildiklerinizi çağırın." Hayır, onlar ilmini kuşatamadıkları ve kendilerine henüz yorumu gelmemiş bir şeyi yalanladılar. Onlardan öncekiler de böyle yalanlamışlardı. 

Zulmedenlerin nasıl bir sonuca uğradıklarına bir bak. (Yunus Suresi, 38-39)
İman etmeyenler Kuran'ın mükemmelliği karşısında her zaman aciz ve çaresiz kalmaya mahkumdurlar. Hiçbir insan Kuran'ın bir benzerini asla getirememiştir ve kıyamete kadar da bunun olması mümkün değildir. Peygamberimiz (sav)'i kendilerince haksız çıkarmak ve Kuran'ın tebliğini durdurabilmek için başvurdukları tüm hile ve tuzaklar, Rabbimiz'in bir nimeti olarak başarısızlıkla neticelenmiştir.


Peygamber Efendimiz (sav) Arapların edebi yönden, dili en güzel ve süslü şekilde kullanan en güçlü hatiplerine, en ünlü şairlerine, en iyi konuşanlarına karşı Kuran-ı Kerim'le en hikmetli cevapları vermiştir. Hem de tek başına pek çok edibe karşı Rabbimiz'in rahmetiyle üstün gelmiştir. Hiç şüphesiz bu, Rabbimiz'in Kuran-ı Kerim'de tecelli ettirdiği eşsiz edebi güzellikten, hikmetten, etkileyiciliktendir ve Yüce Allah'ın müminlere yardımıdır. Peygamberimiz (sav)'in onlara okuduğu Kuran ayetleri karşısında Mekkeli müşrikler büyük hayranlık yaşamışlar, ancak içlerinden bazıları vicdanları kabul ettiği halde gururları nedeniyle inkar etmişlerdir. Bakara Suresi'nin 23. ve 24. ayetlerinde şöyle buyrulmaktadır:
Eğer kulumuza indirdiğimiz (Kur'an)'dan şüphedeyseniz, bu durumda, siz de bunun benzeri bir sûre getirin. Ve eğer doğru sözlüyseniz, Allah'tan başka şahitlerinizi (kendilerine güvendiğiniz yardımcılarınızı) çağırın. Ama yapamazsanız -ki kesin olarak yapamayacaksınız- bu durumda kafirler için hazırlanmış ve yakıtı insanlar ile taşlar olan ateşten sakının. (Bakara Suresi, 23-24) 

Büyük alim Bediüzzaman ise bu ayetleri şu şekilde tefsir etmektedir:
... o belagat ve fasahatın (güzel söz söyleme sanatının) imamları olan Arap edipleri bir kelime ile dahi karşılık veremediler. Halbuki kibir ve azametleri, enaniyet ve gururları gereği, gece gündüz çalışıp Kuran'a bir nazire yapmalı (karşılık vermeli) idiler ki, aleme karşı rezil olmasınlar. Kuran'ın bir benzerini yapmaktan aciz kaldıklarından, susmaya mecbur oldular. Kolay yolu bırakıp zor ve tehlikeli yolu tercih ettiler. Eğer muaraza (sözle mücadele) mümkün olsaydı, bir iki satırla muaraza edip, Kuran'ın davasını iptal etmek gibi rahat bir çare varken, en müşkilatlı (zorlu) ve en tehlikeli savaş yolunu tercih ederler miydi? Demek Cahız'ın ifadesiyle harf ile muaraza mümkün olmadığı için kılıçla muarazaya mecbur oldular ve kılıca sarıldılar. Diğer insaflı kısım ise Kuran'ın karşısında hürmetle eğilerek imana geldi. Belagatla uğraşan bu insaflı edipler diz çöküp hayret içinde Kuran'ı dinlediler. Şair ve hatipler Kuran'a hayran olup altın ile yazılıp Kabe'nin duvarlarına asılan şiirlerini indirdiler. Kuran, gaipten (bilinmezlikten) haber veren kahinleri ve sihirbazları da susturdu. Onların gayba ait haberlerini onlara unutturdu, cinlerini kovdu, kahinliğe söz verdi. Geçmiş kavim ve ümmetlerin haberlerine vakıf olanları hurafelerden ve yalanlardan kurtarıp, onlara gerçek haber ve hadiseleri ve dünyaya ait bilgileri öğretti. Bu dört tabaka Kuran'a karşı hayret ve hürmetle diz çökerek ona talebe oldular. Hiçbirisi, hiçbir vakit bir tek sureyle muarazaya kalkışamadı.13



Kendi içlerinden olan, yıllarca beraber yaşadıkları Peygamberimiz (sav)'e olağanüstü bir kitabın indirilmesi, kibirli inkarcıları şaşkına düşürüp ardından haksız nefret duygularına sebep olmuştur. Bu yüzden zalimce ve akılsızca Peygamber Efendimiz (sav)'e kendilerince maddi manevi zarar vermek için mücadeleye giriştiler. Peygamberimiz (sav)'in tüm hayatına, güzel ahlakına şahit oldukları halde aleyhinde birleştiler. Allah Kuran'da onların bu zalimliklerini şöyle haber vermiştir:
İçlerinden kendilerine bir uyarıcının gelmesine şaştılar. Kafirler dedi ki: "Bu, yalan söyleyen bir büyücüdür." (Sad Suresi, 4)
İçlerinden bir adama: "İnsanları uyar ve iman edenlere, muhakkak kendileri için Rableri Katında 'gerçek bir makam' olduğunu müjde ver" diye vahyetmemiz, insanlara şaşırtıcı mı geldi? İnkar edenler: "Gerçekten bu, açıkça bir büyücüdür" dediler. (Yunus Suresi, 2)
Peygamberimiz (sav) gibi mübarek, Allah Katında seçkin ve güzel ahlaklı bir insana çeşitli iftiralar atanlar, gerçekte onun üstün ahlakına bizzat şahittiler. Hz. Muhammed (sav)'in, verdiği sözlere sadakati, vefası, adaleti, dürüstlüğü, doğru sözlülüğü, düşküne ve yetime iyilik etmesi, yardımseverliği, ilgisi hep gözlerinin önünde gerçekleşmişti. Kişiliğindeki üstün yönleri ve ahlaki güzellikleri kavminin dikkatini her zaman çekmiş, herkesin en güvendiği, en sevdiği ve en saydığı insan olmuştur. İmam Gazali, Peygamber Efendimiz (sav)'i görenlerin onun asil ve üstün ahlakına, derin imanına nasıl şahit olduklarını şöyle anlatmıştır:
Bil ki Resullulah (sav)'in durumunu gören, onun ahlakını, fiillerini ve hallerini belirten haberlere kulak veren, adetlerinin, seciyesini, bütün halka karşı güttüğü doğru siyasetini, insanların zaptına yararlı olan hidayetini, halk sınıflarını bir araya getirmesini ve nihayet hepsini birden kendi itaatine ram etmesini (teslim olmak, itaat etmek) dinleyen bir kimse, evet bunlarla beraber suallerin darlıklarına rağmen vermiş olduğu şaşırtıcı cevaplara, halkın maslahatında kullanmış olduğu tedbir ve metodlara, fakih (derin ve ince anlayış) ve akıllıların uzun yaşamalarına rağmen başlangıcının inceliklerinden aciz kaldıkları, İlahi nizamı zahiri tefsirindeki (Allah'ın düzeninde, dıştan görünen anlamlarını anlatan) güzel işaretlerini hikaye eden ibarelere (delillere) bakan bir kimsenin, şek (şüphe, zan) ve şüphesi kalmaz ki, bütün bunlar beşeri kuvvetin gücüyle meydana gelmiş şeyler değildir. Belki bunlar ancak İlahi bir kuvvet ve semavi bir desteğin (Allah'tan gelen desteğin) yardımıyla tasavvur edilecek hususlardır.
Çölde yaşayan ve onu tanımayan Araplar dahi, onun sadece yüzündeki nura bakarak onun şerefli ahlakına, onun doğruluğuna şahitlik ederdi. Madem ki onu tanımayan ve onunla ihtilat etmeyen (karışmayan, görüşmeyen) bir kimse sadece onun dış görünüşüne bakarak bu biçim bir şahitlikte bulunuyor, acaba kendisini ve mübarek ahlakını gören, çıkış ve varışlarında onun bütün durumlarını izleyen bir kimsenin ona karşı hali nasıl olabilir?14



Peygamberimiz (sav)'in güzel ahlakı hiçbir insanın inkar edemeyeceği, görmezlikten gelemeyeceği kadar üstündür. Kuran'da bildirilen, Allah'ın beğendiği ahlaka tam olarak sahiptir. Tüm alemlere örnek ve rehberdir. İslami kaynaklara göre, Peygamber Efendimiz (sav)'e kendince diliyle eza etmeye kalkışan kişilerden olan Nadr b. el-Haris daha sonra müşriklerin ileri gelenlerini bir gün toplamış, Allah'ın bu mübarek elçisini onlara şöyle anlatmıştır:
Ey Kureyş topluluğu, yemin ederim ki bugüne kadar başınıza gelmeyen bir işle karşılaştınız. Muhammed (sav), aranızda küçük bir çocukken dahi en çok sevdiğiniz, en doğru konuşanınız ve emanete en çok riayet edeninizdi. Saçlarına ak düşüp de (Allah'ın) Kitabı'nı getirdiğinde kalkıp sihirbaz dediniz. Yemin ederim ki o sihirbaz değildir. Biz çok sihirbazlar gördük. Onların düğümlere nasıl üflediğini de gördük. Sonra kahin dediniz. Yemin ederim ki kahin de değildir. Nice kahinler gördük, durumlarına vakıf olup konuşmalarını dinledik. Onun için şair dediniz. Yemin ederim ki şair de değildi. Nice şiirler ezberledik, şiirin hezecini (aruz vezninde bir ölçü), recezini (aruz vezninde bir bölüm) hülasa (özetle) her türlüsünü de gördük. Mecnun dediniz. Yemin ederim ki o mecnun da değildir. Onda hiç baygınlık, saçmalama ve cinnet alameti var mı? Ey Kureyş topluluğu, bunu iyi düşünün ve öyle karar verin..."15

Dipnotlar

10. Sözler, s. 185
11. Yrd. Doç. Dr. Mehmed Kileci, Risale-i Nur'da Kuran Mucizesi, İz Yayıncılık, İstanbul, 1998, s. 60
12. Ahmet Cevdet Paşa, Muallim Mahir iz, Peygamber Efendimiz (sav), Hediye Kitaplar, s. 55-56
13. Said Nursi, Mektubat, s: 166-169
14. İmam-ı Gazali, İhya-ı Ulum'id-din, Tercüme eden: Ali Arslan, Arslan Yayınları, İstanbul, cilt: 5, s:564
15. İmam Suyuti, Olağanüstü Yönleriyle Peygamberimiz (sav) el-Hasaisü'l-Kübra, Çeviri: Naim Erdoğan İz Yayıncılık, İstanbul, 2003, s:286)
 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder